top of page
Search
  • Writer's pictureAyten Keser

LAURENCE ANYWAYS - TOP YEKÜN MÜCADELE



Aradığın şey ne Laurence Alia?” diyor bir kadın sesi. “Benim dilimden anlayacak ve benimle konuşacak birini arıyorum.” Prolog ne çok şey anlatıyor. Siyah ekran üzerinde konuşan erkek sesi ihtiyacını öyle samimi bir yerden, öyle açık bir şekilde dile getiriyor ki. Ardından Fever Ray’in If I Had A Heart şarkısı giriyor ve bakışlar üzerinde. Bakışlar seni karakter kılıyor. Çırılçıplaksın. Bakışların odağındaki kişiyle hemhalsin. O sensin. Film oldukça iddialı bir giriş sahnesiyle başlıyor. Öyle ki, izleyici ilk sahne ile tarafını belirlemek durumunda. Hangi taraftasın, bakılan mı yoksa bakan mı? Yargılayan mı yoksa yargılanan mı? Mavi takımıyla sislerin arasından arzı endam eden bir kadın silüeti. Müziğin bitmesiyle tekrar sisler arasında kayboluyor ve 10 yıl geri sarıyor hikaye. Ne olacağını baştan biliyoruz ve fakat peşine düştüğümüz asıl şey nasıl olacağı!

Bir filme neler sığdırılır? Bir film kaç farklı hikaye anlatır? Xavier Dolan’ın Cannes’da Kuir Palmiye kazanan ve Mubi’de gösterimde olan 2012 yapımı filmi Laurence Anyways 2 saat 48 dakikaya; 1989’da başlayıp milenyuma dek süren 10 yıllık bir dönemi, aşkı, dönüşümü, mücadeleyi sığdırarak, özgün ve dahice oluşturulmuş mizansenlerle dolu, heyecan verici bir seyir sunuyor. Melvil Poupaud ve Suzanne Clement’in etkileyici performanslarıyla seyrin etkisini arşa çıkardıkları nefes kesici bir melodram. Dallas Buyers Club, Wild, Brooklyn filmlerinden tanıdığımız Yves Belanger filmin görüntü yönetmenliğini üstlenmiş. Xavier Dolan’ın sonraki filmlerinden biri olan Mommy’de de çalıştığı Noia ise filmin müthiş müziklerinden sorumlu.

Konunun işlenişi sebebiyle muazzam bir kuir sinema örneğinden daha da fazlası Laurence Anyways. Cinsel kimliği ele alış biçimi ile normatif yapıyı sorgulamakla kalmıyor, toplumsal normlar ve yargılar, transfobi ve ilişkilerin normatif yapısı üzerine düşündürüyor. Diyaloglarıyla, çekim teknikleriyle, renkleriyle, müziğiyle, stilize biçimselliğiyle derdini seyircisine oldukça etkili ve güçlü bir şekilde aktarıyor. Ve transseksüel bireylere karşı potansiyel önyargılı kişilere de mesajı hayli açık ve anlamlı. Film kadın olma arzusu taşıyan Laurence ve sevgilisi Fred’le ilişkilerinin mücadelesini vermelerine odaklansa da hikayede öyle tanıdık duygular yer alıyor ki, derinden seven, şefkate ihtiyaç duyan ya da anlaşılmamanın acısını duyan, asla ait olamayan herkes mutlaka kendinden bir şey bulacaktır.

Laurence ve Fred birlikte yaşayan, eğlenen, konuşan, gülen, birbirine delicesine aşık bir çift. İlişkileri muhteşem detaylarla aktarılıyor. Listeler yapıyorlar. Mesela, keyfimizi kaçıran şeyler listesi ya da tekrar olmayacak şeyler listesi. Acaba liste yapma meraklarının Chris Marker ya da Shonagonʼla bir ilgisi var mı? Çünkü Laurence edebiyat öğretmeni ve Fred ise yardımcı yönetmen. Karakterleri sıradan dünyalarında gördükten sonra hikaye bizi değişime hazırlayacak detaylar vermeye başlıyor. Hiç telaşa kapılmadan, aceleye getirmeden, tanık olacağımız dönüşümü Laurence’ın iç sıkıntısını yansıttığı sahnelerle harmanlayarak, oyunculuğunun alameti farikalarından yararlanarak yapıyor bunu. Ve bir noktada tüm hikaye birkaç cümleye indirgeniyor. Laurence derste “Eğer birinin edebi yeteneği yeterince iyiyse, bu durum o kişinin reddedilmekten ya da dışlanmaktan muaf tutulmasına sebebiyet verir mi? O kişi başka bir zaman-mekanda biz olabilir miyiz? Bu, sonraki denememizin konusu.” diyor.

Filmin ilk kırılma noktalarından olan Laurence’ın açıklaması sonrasında çift arasında geçen diyaloglar oldukça düşündürücü. Neyi severiz sevdiğimizi söylediğimiz kişide? Sevgi nereden çıkagelir? Özü nedir? Cinsiyetle ne ölçüde bir bağ kurarız? Bir erkeğin kadın hissetmesinin ve kadın olmak istemesinin erkeklerle veya kadınlarla birlikte olmak istemesinden farklı şeyler olduğunu görüyoruz. Film bu noktada da hikayesiyle sıyrılıyor.

Topluma kendi olarak karıştığı ilk gün, okul koridorlarında kamera Laurence’ı takiptedir. Sahnede yine bakışlar var. Dönüşümün aşama aşama oluşu, film zamanına dahice yedirilmesinde Melvil’in oyunculuğunun payı büyük. Keza filmin ikinci yarısında Fred’in parmak ısırtan performansı ile içinde yaşayageldiğimiz toplumda her bir sözcük, her bir tavır ve mimik öyle yerlere dokunuyor ki. İnsanın akıl almaz ve sınır tanımaz küstahlığı karşısında ne yapacağını şaşıran, çaresiz hissettirilen ve her tür saldırıya maruz kalan insanın karşılaşması!

Filmde tekrar eden bazı detaylar var. Zaman geçiyor, kişiler değişiyor fakat yaşadığımız hiçbir şey yok olmuyor. Değişim ve dönüşümün kaçınılmazlığına hoş bir temas, naif bir dokunuş ve değip geçtiklerimize bir saygıda duruş niteliğinde o detaylar.

Finalde, filmin başında duyduğumuz sesin sahibini görürüz ve kadın asla Laurence’ın yüzüne bakmamaktadır. Laurence “Başladığımızdan beri bir kere bile gözlerimin içine bakmadınız. Böylelikle güvende mi hissediyorsunuz? Taşa dönüşeceğini mi düşünüyorsun?” der bu tavır üzerine. Kadın ”Bakışlar sizin için önemli mi?” diye sorunca Laurence’ın cevabı manidardır. ”Bilmiyorum. Nefes almak için havaya ihtiyaç duyarız değil mi?”

Leyli-Der 2021 Nisan sayısında yayınlanmıştır.



bottom of page